Sıradaki içerik:

Gaziantep LoL Solo Q Turnuvası Başvuruları Başladı

e
sv

Gezegenin Sularla Kaplandığı ‘Mavi Dünya’ Öykü Serimiz Başlıyor: İlk Bölüm Şimdi Yayında!

avatar

admin

  • e 0

    Mutlu

  • e 0

    Eğlenmiş

  • e 0

    Şaşırmış

  • e 0

    Kızgın

  • e 0

    Üzgün

Gezegenin Sularla Kaplandığı 'Mavi Dünya' Öykü Serimiz Başlıyor: İlk Bölüm Şimdi Yayında!

Gezegenin Sularla Kaplandığı 'Mavi Dünya' Öykü Serimiz Başlıyor: İlk Bölüm Şimdi Yayında!

Geçtiğimiz günlerde başladığımız ve sizlerden de çok güzel yorumlar aldığımız hikaye serimize hızlı bir şekilde devam ediyoruz. Geçtiğimiz hafta yayınladığımız hikayemizde tüm dünyada elektrikler kesilirse nasıl bir hayatımız olacağını “Soner” isimli bir karakter üzerinden hikayeleştirdik. Eğer o hikayemizi okumak istiyorsanız buraya tıklayarak ilk bölümümüze ulaşabilirsiniz. Ayrıca çok yakında Soner’in yeni maceraları, elektriklerin neden kesildiğini keşfetme yolculuğunu aktaracağımız yeni bir bölüm de gelecek.

Bugün sizlere sunacağımız hikaye ise tüm dünyanın su altında kaldığı bir evrende geçecek. Küresel ısınmanın etkisiyle önümüzdeki yıllarda gerçekten yaşama ihtimalimiz bulunan bu senaryoda karakterimiz sular içinde kalmış bir dünyada yaşam mücadelesi veriyor. O zaman hemen şimdi mutfağa gidip kahvenizi yapın, mümkünse rahat bir yere geçin ve sizler için sunduğumuz yeni hikaye serisinin tadını çıkarın.

Bölüm 1: Bir bardak su içer miydiniz?

Tekne

Herkese merhaba, ben Ece. Sonsuz okuyanuslarda tek başıma seyahat etmeye çalışan bir gezginim. Hayatım boyunca sonsuz sudan başka bir şey görmediğim için bu benim gerçekliğim. Henüz 24 yaşındayım ve bu hayatta pek çok şeyi gördüm. Elbette görmediğim bazı şeyler de oldu. Bunların başında eskilerin kara parçası dediği üzerinde içine düşmeden yürüyebildiğin son derece garip bölgeler var. Aslında böyle bir şekilde yaşamanın nasıl bir şey olacağını her zaman hayal etmişimdir. Geçmiş insanlardan geriye çok fazla bir şey kalmadı, onlarca metre dalıp bulduklarımız şeyler var elbette, zaten geçim kaynağım da genel olarak derinlerde bulduğum şeyleri ticaret merkezlerine götürüp satmakla sağlanıyor.

Şimdi bana çok uzakmış gibi gelen annem ve yolda karşıma çıkan gezginlerden elde ettiğim bilgilere göre dünyanın sular altında kalmasının ardından yaklaşık 120 sene geçmiş olmalı. Bunun neden olduğu konusunda herkesin söylediği bir şey var elbette, ancak bulduğum bir kitapta yazanlara göre bunun geleceği taaa 100 – 120 sene öncesinden konuşuluyormuş. İnsanların dünyayı zehirlediğini anlatan kitap, bunun öngörüldüğünü, ancak kimsenin bu konuda bir adım atmadığını söylüyor. Neyse ne, bundan 100 yıl önce yaşayan insanlar kendilerinden sonrakileri ve elbette Dünya’yı çok fazla önemsememiş. Bizler de onların yaraladığı dünyada yaşam mücadelesi veriyoruz.

Bu arada size nerede yaşadığımı söylemedim değil mi? Yaşadığım yer yaklaşık 5 insan uzunluğunda küçük sayılabilecek yelkenli bir tekne. Çocukken annemden öğrendiğim bilgiye göre benim büyüklerim Türkiye’de yaşıyormuş, ancak şu anda tüm evim yurdum bu tekne diyebilirim. Bazı özel noktalarım var, bazen teknemi o noktalara çekerek dalış yapıyorum. Yemek ihtiyacımız genel olarak denizin bize verdikleriyle oluyor, ancak su biraz daha zor. Tuzlu suyu içilebilir suya dönüştürmek için bir düzeneğim var. Suyu kaynatıp buharlaşan su taneciklerini başka bir kaba aktarmak için bir bakır kablo kullanıyorum. Elbette buradaki en büyük zorluk ateşe ulaşmak. 

Ateşe ulaşmak için balinaları yakalayıp onların yağını çıkartmak gerekiyor. Bu tarz yağlar da ticaret noktalarında satılıyor. Ayrıca teknemin pek çok noktasında su depoları bulunuyor. Yağmur yağdığında bu depoların ağzını açıp dolmasını sağlıyorum. Anlayacağınız benim dünyamda en zor elde edilen şeylerin başında su geliyor. Bazı günler 1 bardak su için adeta yaşam mücadelesi verdiğim de oluyor. Neyse ki şu sıralar yağmur sezonundayız, depolarım ağzına kadar dolu. Gerçekten çok garip değil mi, tüm dünya ağzına kadar suyla doluyken ben içmek için su bulmakta zorlanıyorum.

Bölüm 2: Biraz insan görmek lazım

Su Dünyası tekne

Elimdeki pusula ve denizlerde elde ettiğim tecrübeme göre bugün bir ticaret noktasına ulaşacağım. Ticaret noktaları, geçmişte askeri amaçlı veya yük taşımak için kullanılan devasa gemilerin üzerine kurulmuş küçük adacıklar gibidir. Yakıt olmadığı için genelde hareket etmeyen bu gemiler, benim gibi küçük teknelere sahip çok sayıda gezginin bir araya gelip ticaret yapmalarını sağlıyor. Ben size bunları anlatırken ticaret noktası da ufukta görünmeye başladı. Gemiyi gördükten sonra ben de çok fazla oyalanmadan ticaret noktasında satmayı planladığım parçaları almak için kamara kısmına inmeye karar verdim. Ticaret noktasındaki çalışanlar için 1 kasa kadar balık toplamıştım. Şu anda tam olarak neredeyim bilmiyorum, ancak 20 – 30 metrelik dalışlarla dibe ulaşabildiğim nadir noktalardan birinde bulunuyorum. Suyun derinliği genelde uçsuz bucaksız olur, o sebeple gezgin insanların büyük çoğunluğu derinliği fazla olmayan yerlerde bulunurlar. 

Annemin bana anlattığına göre felaketin başlarında sular altında kalan Türkiye’den birkaç gemi, rakımı yüksek yerlere ulaşmak için göç yolculuğuna başlamış. Günümüzde hangi alanlarda bu insanlar yaşıyor bilmiyorum, ancak çok geniş bir alanda bu insanları görmeye devam edebiliyorum. Bu arada çok farklı diller konuşan insanlar da bulunuyor elbette, çevremde daha çok Türk insanlar bulunsa da iletişimde kalmak için insanlar İngilizceyi de biliyorlar.

Eskiden insanlar gerçekten çok garip şeyler kullanıyorlarmış, mesela ince bir dikdörtgen görünümünde olan taş gibi yapılar var. Bu yapıların ne işe yaradığını tam olarak bilmiyorum, ancak sayıları bir hayli fazla. Onun dışında işe yarar da bazı şeyler var. Mesela tencere, tava tarzı şeyler çok iyi fiyattan satılıyor. Ayrıca her ne kadar artık çürümüş olsalar da kıyafetler çok değerli olabiliyor. Bu kıyafetler genelde teknelerin yelkenlileri için kullanıldığı için bir hayli çok ihtiyaç duyuluyor. Benim gibi gezginler ise dalış yaparak bunları çıkarabiliyor. 

Tabi dalış yapmak herkes için çok kolay bir durum değil. 20 – 30 metre derinliğe inip orada dakikalarca zaman geçirmem gerekiyor. Yine de bu durum beni çok zorlamıyor. Sanırım karada yaşayan insanlar ilk başta sular yükselince buna çok da fazla uyum sağlayamamış, ancak denizle büyüyen benim gibi insanlar için bu durum çok da zor gelmiyor açıkçası. Satacağım birkaç eşyayı yanıma alıp tekneyi de geminin limanına bağladıktan sonra kendimi tekneden dışarı attım. Yaklaşık 1 aydır hiçbir insan görmüyorum. Hazır buraya gelmişken teknemi erzakla doldurup 1 gece handa takılacağım. Burada çalışan birkaç arkadaşımla sohbet edip diğer gezginlerden gelen bilgilere de ulaşabilirim böylelikle. 

Önce işlerimi halletmek için geminin takas bölümüne gittim. Buraya gelen insanlar denizlerden topladıkları ganimetleri jeton karşılığında takas edebiliyorlar. Jetonlarla da geminin diğer bölümlerinden başka eşyalar alınabiliyor. Elimdeki birkaç metal eşyayı ve adeta altın değerinde olan 10 kilo kadar toprağı jeton karşılığında sattıktan sonra hemen yakıt bölümünün yolunu tuttum. Buradan da ihtiyaçlarımı uzun süre karşılayacak balina yağını alıp tekneye yükledim. Sonraysa yine en az 1 ay boyunca ihtiyaçlarımı karşılayacak patates benzeri birkaç yemeklik malzeme aldım. Yeni seferimde kullanacağım diğer eşyaları da tekneme yükledikten sonra arkadaşlarla buluşmak üzere doğrudan hanın yolunu tuttum. Burada her geldiğimde takıldığım gemide çalışan Joseph ve Melisa’yla bir araya geldim. 

Açıkçası arkadaşlarımla birlikte burada geçirdiğim zamanlar beni hep mutlu etmiştir. Bir başıma günlerce engin denizlerde yolculuk yapmak her zaman çok da zevkli değil. Arkadaşlarıma bu sefer biraz daha uzun yolculuğa çıkabileceğimi ve ne zaman geri döneceğimi tam kestiremediğimi söyledim. Joseph’in heyecanlı bir şekilde anlattığı gemi dedikoduları ve Melisa’nın diğer gezginlerden öğrendiği bilgileri iyiden iyiye sentezleyip karnımı da bir güzel doyurduktan sonra sabahın erken saatlerinde başlayacağım yolculuktan önce biraz dinlenmek için uyumaya hazırdım. Arkadaşlarımla vedalaştım ve bir sonraki görüşmemize kadar kendilerine dikkat etmelerini tembihledim.

Bölüm 3: Yeni ufuklar

Yat

Sabahın erken saatlerinde kalktıktan sonra tüm ihtiyaçlarımı karşılayan mütevazi teknemle yeniden yola çıktım. Bu sefer izleyeceğim rota daha önce hiç gitmediğim bir rotaydı. Önümde uzun bir yolculuk vardı, ancak teknem bu yolculuk için hazır ve güçlüydü. Teknem de yiyecek yemeğim, içecek suyum da olduğu için bu yolculuk için hazırdım.

Teknede günler genel olarak çok sakin geçiyordu. Rotamı belirleyip işlerimi de hallettikten sonra teknemin ön kısmında yer alan ağlara kendimi attım. Yorgunluğun etkisiyle gözlerim ufak ufak kapanırken, ayağımın altındaki şeyin hiç sallanmayacağı hayallere doğru dalmaya başladım. 

Uyandığımda güneş artık arkama geçerek epey bir yol almıştı. Hemen toparlanıp pusulayı aldım ve bir rota kontrolü yaptım. Rotamı doğrulayıp teknemin yerini düzenledikten sonra alt kattaki depoya gidip biraz su içtim ve 2 patates çıkardım. Patatesleri ateşe atıp pişmesini beklerken kendi elimde yaptığım oltamı çıkarıp balık avlamaya başladım. Her ne kadar erzağım olsa da bu erzağı çıkacağım uzun yolda dikkatli kullanmalıydım. Bu sebeple gıda ihtiyacımın büyük bir kısmını denizlerden karşılamam gerekiyordu. Yaklaşık yarım saatlik bekleyişimin ardından oltama orta boylarda bir balık yakalandı. Yakaladığım balığı da hızlıca temizleyip patatesin yanına pişmesi için koyduktan sonra bir köşeye oturup pişen yemeğimin olmasını bekledim. Elbette bu güzel âna anlam katan bir diğer şey de sonsuz ufukları güneşin batışıyla birleştiren manzaramdı. Hava artık kararmıştı. Yemeği yediğim ve gün içerisinde yapacağım başka bir şey kalmadığı için tekrardan yatmaya karar verdim. Hem teknede hayat erken başlardı. 

Sabah kalktığımda karşımda ticaret noktaları kadar büyük olmasa da benim teknemden çok daha büyük olan bir gemi vardı. Ayrıca benim hayatımda gördüğüm en temiz ve sağlam gemi olabilirdi. Günümüzde gemiler küflenmiş ve pek çok yeri parçalanmış şekilde yollarına devam ederlerdi, ancak bu geminin hiçbir yerinde hasar yoktu ve boyası sanki dün yapılmış gibi duruyordu. Ben bunları düşünürken geminin içinden biri çıkıp bana el sallamaya başladı. 20 – 25 yaşlarında bir erkek olduğunu düşündüğüm bu kişi, beni gördüğüne bir hayli memnun görünüyordu. “Heyyy merhaba” diye seslendi bana. Ben de ona “Merhaba” dedim. “Ben Oğuz, uzun zamandır gördüğüm ilk insansın. Tekneni yatın arkasına bağlayıp yanıma çıkmak ister misin?” diye seslendi. Aslında böyle bir teklif yapıldığında tehlikeleri düşünerek bu duruma çok sıcak bakmazdım, ancak Oğuz bana zarar verecek bir insana benzemiyordu. Ayrıca böyle bir teknenin nasıl mümkün olduğunu merak ediyordum. “Tekneyi arkaya çekiyorum, ipi tutar mısın?” dedim ve hemen dümene geçtim. Teknemi gemiye bağladıktan sonra ben de merdivenlerden Oğuz’un yanına çıktım. “Tekrardan merhaba” dedi Oğuz. Ben de hafif bir gülümsemeyle “Merhaba” dedim. “Sana hitap etmem için ismini söyler misin acaba” diye sordu Oğuz. “Aaa çok pardon, ben Ece” diye cevapladım hemen. 

Yatın arkasında tanışma faslını geride bıraktıktan sonra kamaraya doğru yürüdük. Yatın içinde daha önce hiç görmediğim şeyler vardı. Oğuz kamaraya geçince koltuğa oturdu. Ben de onun oturduğu yerin karşısında duran diğer koltuğa yerleştim hemen. “Nereden geliyorsun Ece hanım” diye sordu Oğuz. “Çok da uzak olmayan yerlerden çok uzak olan başka yerlere gidiyordum.” diye cevapladım. Ardı ardına sorular sorarak hakkımda bilgiler elde etmeye çalışan Oğuz, “Tek başına mı yaşıyorsun?” diyerek bir başka soru yöneltti bana. Ben de “Evet, tek başıma yaşıyorum. Babamı zaten hiç tanımıyorum. Küçükken annemle birlikte seyahat ederdik, ancak ben 8 yaşındayken korsanların saldırısına uğradık ve beni son anda kayığa koyup oradan uzaklaştırdı. O gün bugündür bu hayatta tek başımayım.” diye cevapladım.

Suratında üzüldüğünü belli eden bir buruklukla “Bunu duyduğuma üzüldüm. Kötü anılarını yeniden canlandırmak istememiştim” dedi. “Elbette üzücü, ancak konuşmak eskisi kadar acıtmıyor” diye yanıtladım bende. 

“Beni konuştuk, şimdi sıra sende Oğuz’cum. Sen kimsin, nereden geldin? Bu gemi nasıl bu kadar iyi korunabildi? Bence cevaplanması gereken asıl sorular sende.” dedim suratımda çarpık bir gülümsemeyle. “Aaa evet, az önce söylediğim gibi ben Oğuz. Büyük büyük babam bir bilim insanıymış. Buzulların eriyip tüm dünyayı sular altında bırakacağını bildiği için elindeki tüm mal varlığını satıp bu yatı almış. Bugün bile yatın böyle olduğunu düşünürsek kendisinin çok zeki olduğunu varsayabiliriz. Bu yat, içindeki insanları kendi başına yaşatacak şekilde dizayn edildi. Deniz suyunu içilebilir suya çeviren bir filtreleme sistemi var. Ayrıca motorlara ve yatın diğer aksamlarına güç sağlamak için üst tarafta güneş enerji sistemleri var. Dedemlerin babama, babamın da bana öğrettiği şey teknenin her zaman korunması gereken şey olduğuydu. Bu sebeple tekneyi sürekli temiz tutmak, tüm fonksiyonlarını çalışır vaziyette bulundurmak için eğitildim. Eğer biz tekneyi sağlam tutarsak o da biz hayat verir. Mesela yatın orta katı tamamen tarım için ayrıldı. Güneş enerjisinden elde ettiğimiz enerjiyi burada çeşitli sebze ve meyveler yetiştirmek için tutuyoruz. Tabi bir de eski dünyadan kalma pek çok tohum ve kitap da burada korumakla sorumlu olduğum şeyler arasında bulunuyor” dedi. 

Öğrendiğim bilgileri hala sindirmeye çalışırken suratıma kazınan şaşkın ifadesini silmeye çalıştım ve “Bunlar benim için inanması çok zor şeyler. Deden anlattıklarına göre çok zeki bir insanmış ve tüm ailesi için çok iyi bir şey başarmı. Şimdi senden dünyanın neden böyle olduğuna dair bilgiler öğrenmek istiyorum.” diyerek samimi bir cevap verdim. “Elbette anlatırım, ayrıca istediğin kadar burada kalabilirsin. Hatta gideceğin yere benimle gitmeye ne dersin?” diye seslendi Oğuz. Bu teklif karşısında ne diyeceğimi bilememiştim, yıllarca aradığım pek çok sorunun cevabı burada olabilirdi. Bu karar, hayatım boyunca vereceğim en farklı karardı. Oğuz da iyi bir insana benziyordu. Böyle düşününce durum çok açıktı. “Böyle bir teklifi reddedemem sanırım. Ama şimdiden söyleyeyim, sana soracağım çok soru var.” dedim. İçten bir kahkaha atan Oğuz, “Elbette, merak ettiğin herşeyi sorabilirsin. Anne ve babamı kaybettikten sonra ilk defa kendimi yalnız hissetmiyorum” dedi. Çok güzel bir şey söylemişti, biraz düşününce ben de uzun bir süre sonra ilk defa bir yolculukta yalnız başıma olmayacaktım. 

Bölüm 4: Geçmişin yanlışları bizim geleceğimiz

Okyanus

Oğuz’la çok iyi anlaşmıştık. Aslında denizlerdeki çoğu insan gibi bizler de yalnızlığımızı giderecek iyi insanlar arayışı içerisindeydik. Birlikte yolculuğa başlayalı yaklaşık 1 hafta geçmişti. Oğuz bana anne ve babasının kaldığı yeri vermişti. Ben de ona yatın günlük işlerinde yardım ediyor, merak ettiğim sorularla adeta başının etini yiyordum. Yine de halinden çok memnun görünüyordu. Açıkçası ben de bu durumdan çok mutluydum. Sonunda gerçekten iyi anlaşabileceğim bir yol arkadaşı bulmuştum kendime. 

Oğuz’un bu süreçte bana anlattıklarımdan öğrendiğim kadarıyla içinde bulunduğumuz yıl 2212. Tüm dünyanın sular altında kalması ise öyle birden gerçekleşmemiş. 1900’lü senelerin ortasında yaşanan 2. Dünya Savaşı’ndan sonra başlayıp taa 2100’lü yıllara kadar devam eden yıllarda insanlar dikkatsiz bir şekilde davranarak dünyayı bu hale getirmişler. Özellikle 2000’li yılların başından itibaren bu olayın gerçekleşeceği pek çok araştırmada ortaya çıkmaya da başlamış, ancak insanlar kendi rahatlarına düşkün olduğu için bunu pek fazla önemsememişler.

Oğuz, dünyada hala kara parçası olduğuna inanıyor. Bunun hakkında da çok sağlam bir tezi var. Buzul sularının erimesi sonucu dünyadaki okyanus ve denizlerin yaklaşık 4000 – 5000 metre arasında yükseldiğini söyledi bana. Bunun sonucunda da bu rakımın üstünde kalan bazı bölgelerin var olabileceği sonucu doğuyor, ancak bu tarz yerler çok az ve bugünkü teknolojiyle bulması bir hayli zor. Ayrıca bu kadar yüksek rakımlar bulunsa da muhtemelen küçük ada bölgeleri olarak kalmış olmalılar. Yine de geleceği önceden görüp ailesine bir fırsat sunan Oğuz’un dedesinin bize sunduğu imkanlar sayesinde birlikte bir kara bulma yolculuğuna çıkmaya karar verdik. Bu yolculuk uzun sürecek olsa da bizim de bir acelemiz bulunmuyor. 

Bu arada yatta yetiştirdiğimiz şeyleri görmeniz lazım. Hayatımda daha önce hiç görmediğim şeyler var. Aralarında en çok sevdiğim şey ise karpuz oldu. Aşırı lezzetli olmasının yanında içi adeta su deposu gibi. Karpuz dışında çilek, salatalık, domates, biber, patlıcan gibi sebze ve meyveler de yetiştiriyoruz. Açıkçası çabuk uyum sağladığımı düşünüyorum. Oğuz da ailesini kaybettikten sonra hayatına yeniden anlam kazandırdığımı söylüyor. Ne yalan söyleyeyim bu tarz sözler beni çok mutlu ediyor. Çünkü aynı duyguları ben de Oğuz için hissediyorum. 

Bu arada daha önce denizin altında bulduğum dikdörtgen biçimdeki siyah taş gibi yapılardan bahsetmiştim ya size. Onların ismi telefonmuş. Eskiden insanlar bu cihazlarla dünyanın herhangi bir yerinden istedikleri kişilerle konuşabiliyorlarmış. Açıkçası bunu öğrendiğimde hayran kalmadım dersem yalan söylemiş olurum. 

Anlayacağınız şu anda halimden bir hayli memnunum. Gelecek neler gösterecek bilinmez, ancak Oğuz’la birlikte önümde uzun bir macera varmış gibi görünüyor.

Yeni bölümde neler olmasını istersiniz?

Tüm dünyanın sular altında kaldığı bir evrende geçen hikayemizin ilk bölümü burada sonlanıyor. Ece ve Oğuz’un yeni bölümlerde yaşayacağı uzun mu uzun bir yolculuk var. Bu yolculukta yaşamalarını istediğiniz maceralar var mıdır? Eğer hikayemiz hoşunuza gittiyse bizlere yorumlarda belirtebilir, yeni hikaye önerileri sunabilirsiniz.

sizlere sonteknolojiler.com farkıyla sunulmuştur

  • Site İçi Yorumlar

Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.